Haftaya Bakış (265): 2. dalga İBB operasyonu | Kanal İstanbul tartışması | 1 Mayıs'ın ardından | Fesih kongresi muamması

02.05.2025 medyascope.tv

2 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Biz geçen yayını yaptıktan sonraki sabah ikinci dalga İBB operasyonu oldu, ama onu sonraya bırakalım. Önce 1 Mayıs'tan biraz bahsedelim kısaca. Önceden operasyonlar yapıldı, insanlar toplandı.
Kemal Can: Zaten her sene olan şey tekrar oldu.

Ruşen Çakır: ‘’Olağan Şüpheliler’’ diye bir film vardı. Taksim'e girmeye çalışanlara 400'ü aşkın gözaltı oldu. Onların da büyük bir kısmı bırakıldı, ama az sayıda kişiyi savcılığa sevk ettiler. 10-15 kişiyi de terörle mücadeleye sevk etmişler. TÜRK-İŞ Kartal'da, DİSK Kadıköy'de yaptı. Tabii Türkiye'nin değişik yerlerinde de oldu da, İstanbul tabii önemli olan. Ve Taksim Meydanı hep olduğu gibi olağanüstü bir ablukaya alındı. 1 Mayıs geçti gitti. İşçi Bayramı işçi eziyetine döndü demiş, bizim arkadaşlar bulmuşlar bir yerde, onu haberleştirdik. En son ne zaman Taksim’i açmışlardı?
Kemal Can: 2011-2012.

Ruşen Çakır: Evet, 2011-2012. O zaman gitmiştik. O zamandan beri yok. Demek ki olabiliyormuş.
Kemal Can: Zaten ilk önemli gerilimlerden biri, 2013'tü. 2013'te 1 Mayıs'a izin verilmedi, yasak getirildi ve o zaman meydan düzenlemesi yapıyoruz dediler. Zaten peşinden, Gezi Parkı’nı da Topçu Kışlası hadisesiyle gündeme taşıdılar. O hamle çerçevesinde, onu bahane ederek yasakladılar ve o 1 Mayıs yine oldukça gerilimli geçmişti. Zaten ondan kısa bir süre sonra Gezi Olayları oldu. O tarihten itibaren, sadece 1 Mayıs’ta değil, Taksim, bu iktidar için bir mesele hâline geldi. Taksim'i asla ve asla herhangi bir gösteriye açmamak, Taksim'de herhangi bir gösteri yapılmaması… Ama bunun istisnaları var: İktidara yakın birtakım çevrelerin bazı eylemlerine izin verildi. İsrail protestosu gibi birtakım şeyler, İstiklal Caddesinde birtakım yürüyüşler oldu. Ama tâbir yerindeyse, muhalefetin Taksim'e ayak basmasını engellemek bu iktidar için bir beka davasına dönüştü. Tabii ki kaçınılmaz olarak 1 Mayıs da bunun içerisinde.
1 Mayıs'ın tarihten gelen, 12 Eylül yönetiminin koyduğu yasakla devam eden uzun bir tarihi var ve bu konudaki inadın, ısrarın ve Taksim'de 1 Mayıs kutlama hedefinin de çok anlamlı, sembolik bir anlamı ve önemi var. Dolayısıyla bu mücadelenin, aslında bir tür fiziken kutlamanın, 1 Mayıs mitinginin nerede yapılacağı, en iyi nerede yapılacağıyla ilgili teknik bir tartışma olmaktan başka bir siyasi anlamı var. Her sene de bunu yaşıyoruz.
Bu sene, Özgür Özel'in Saraçhane mitingleri sırasında birkaç kez, “Tepemi attırmayın, Taksim'e de giderim” lafı. Geçen yıl Unkapanı’nda toplanılıp gidilmemesine rağmen, CHP'nin de Taksim ısrarının bir parçası olması itibariyle böyle bir beklenti vardı. ‘’Bu muhalefet dalgası bu sene Taksim'i zorlayacak, bir anlamda, Taksimi de alarak bu iktidarı geriletme iddiasında yeni bir aşamaya varacak’’ beklentisi, DİSK’in kutlama meydanı olarak Kadıköy'ü ilan etmesiyle birlikte ortadan kalktı ve tabii bu anlamda biraz tartışmalara da neden oldu. Çünkü bir taraftan Taksim ısrarını sürdürenler oldu. Hatta 1 Mayıs günü CHP milletvekillerinin bir kısmı, bir saate kadar Taksim'e gitmeye çalışanları polis ablukasından çıkartmaya çalışıp, sonra Kadıköy'e mitinge yetişmeye çalıştılar. Hatta İl Başkanı Özgür Çelik de sabahtan öğlene kadar Mecidiyeköy'deydi. Şimdi böyle bir tablo oluştu. Ama yağmura ve kötü hava şartlarına rağmen 1 Mayıs’ta insanlar yine meydanı doldurdular. Ama tabii 19 Mart'tan itibaren Saraçhane mitingleri ve Maltepe mitingi ile yükselen dalganın önemli bir eşiği olması beklenen 1 Mayıs’ın, o efekti yaratıp yaratmadığı, evveliyatındaki bütün bu tartışmalar yüzünden biraz gölgede kaldı. Böyle bir tarafı, böyle bir burukluğu oldu bu 1 Mayıs'ın. Aslında Kadıköy'ün de 1 Mayıs tarihinde bir önemi var. 1996 senesinde 1 Mayıs yine Kadıköy'de kutlanıyordu ve o sene, yine polis müdahalesiyle üç kişi vurularak öldürülmüştü Kadıköy Meydanı’nda. Sen işçi eziyeti dedin ya, 1 Mayıs'ın eziyet tarihinde, Kadıköy'ün de bir yeri var. O yüzden bu mitingin Kadıköy'de yapılmasının öyle bir anlamı da vardı, ama olmadı. 1 Mayıs, bu muhalefetin yükselen dalgasında kritik eşikler listesinde Yozgat'ın bile üstüne çıkamadı galiba.

Ruşen Çakır: Çarşamba akşamı Başakşehir'de CHP'nin mitingi vardı. Ben de oradaydım ve orada DİSK’in eski Başkanı Süleyman Çelebi ile karşılaştık. Kendisi sonra CHP milletvekili olmuştu. Onunla muhabbet ederken, şunu anlattı: 2007'de, Süleyman Çelebi DİSK Başkanı’yken, 1 Mayıs öncesinde gecenin bir vakti eşi, "Ya kendisine başbakan olarak tanıtan biri seni arıyor” demiş. Erdoğan ev telefonundan aramış Süleyman Çelebi'yi ve ‘’Taksim'de ısrar etmeyin’’ diye ikna etmeye çalışmış.  Bayağı tartışmışlar, anlaşamamışlar. Çelebi bana, “Sokaktaki insanlardan çok korkuyor” dedi. Erdoğan’ın o zamandan edindiği bir şey. Bütün derdi, insanlar sokağa çıkmasın. Bu aslında 19 Mart'tan beri yaşanan olayların da bir özeti. Mesela şimdi bu 1 Mayıs'ta gençlere yönelik çok acayip görüntüler vardı. Gözaltına almalar esnasında yaşananlar. Bunlar normalde AKP’nin uzun senelerdir kullandığı ‘’işkenceye sıfır tolerans’’ söyleminin tamamen tekzibi. İlk defa olmuyor, ama burada çok daha yoğun bir şekilde oldu. Aslında 19 Mart'ta da bayağı olmuştu. Tespit edildi ve paylaşıldı. Çok rahatsız edici görüntüler var. Gerçekten sokaktan çok endişe ediyor Erdoğan.
Kemal Can: Peki, haksız mı?

Ruşen Çakır: Haklı. Zaten olay o. Şimdi 19 Mart'ın bütün…
Kemal Can: Lafını böldüm ama, Gezi’den itibaren sayarsan Erdoğan hakikaten sokaklardan korkuyor. Çünkü insanlar sokaklarda kendilerini ifade ettiklerinde, onun zayıflığını 19 Mart'tan sonra çok bariz biçimde gördük. Daha önce, "Aman ha, bizi sokaklara çekmek istiyorlar" diyenler bile, "Ya sokak iyiymiş. Sokak darbeyi bile geriletebiliyormuş" demeye başladılar. Bu çok önemli bir şey ve bunun en iyi farkında olan da Erdoğan. 

Ruşen Çakır: Tabii, zaten 17 Mart'ta değişen o. Tekrar çarşamba günkü Başakşehir mitingine geleyim. O gün, ikinci dalgada 18 kişi tutuklandı en son, değil mi? 18 kişinin tutuklandığı günün akşamına denk geldi o miting. Başakşehir AKP'nin en yüksek oy aldığı ilçelerden birisi. Orada bir anlamda bir meydan okuma var gibiydi, ama Kanal İstanbul bağlamı da vardı. Çok soğuktu, biz orada tam anlayamıyoruz ama akşamın bir vakti bayağı bir kalabalık vardı. Televizyondan izleyenler, mesela Müge gibi evde izleyenler, çok daha başka türlü, kuşbakışı görüyor. Otobüsün tepesine çıkmadığımız müddetçe ki ben çıkmadım, biz eninde sonunda yerden bakıyoruz. Orada da birçok insanla konuştum. Kimileri gelip benimle konuştular, kimileriyle ben konuştum. Hem CHP yöneticileri var hem de sıradan partililer var. Kadın çoktu mesela, orta yaş çoktu ve anladığım kadarıyla Saraçhane'den farklı olarak, çoğunluk da CHP'nin içinde ya da çeperindeki insanlardı.
Şöyle bir şey gördüm, o çok etkileyici aslında. İkinci dalga yeni yapılmış, 18 kişi tutuklanmış ama korkmak, çekinmek bir anlamda kimsenin umurunda değil. Neredeyse benim dışımda herkes yeni dalgalar bekliyor ve insanlar bunu çok sıradan bir şeymiş, bakkaldan ekmek alırmış gibi söylüyorlar: “Olur, tabii, yapar. Yapıyor ama bir şey elde edemiyor” diyorlar. Tam olarak anlatmaya çalıştığım şu: İnsanlar Erdoğan'ın elini görüyorlar ve ondan korkmuyorlar. Yapabileceği şeylerin sadece operasyonla sınırlı olduğunun bilincindeler. Orada bir yaratıcılık yok. Yaratıcılık en fazla ne olabilir? Bir kişiyi daha etkin pişmanlığa zorlamak ya da birtakım yeni gizli tanıklar bulmak. Bunun ötesinde bir siyaset üretimi yok. Ama mitinge gelenler aslında orada siyaset yapıyorlar ve siyasetin o âna kadar muhalefete verilen, çizilen alanını genişletiyorlar. Mesela nerede yapıyor bunu? Başakşehir'de, AKP'nin kalesi olarak bilinen yerde yapıyor. Yarın Konya'da yapacak. Geçen sefer Yozgat'ta yaptı.
Sonra il başkanıyla sohbet ettik. Şimdi Özgür Çelik'in kafasında AKP'yle çok özdeşleşmiş birtakım ilçelerde çarşamba mitingleri var. Onlar bir garip olmuşlar artık, kendisi söylüyor, telaffuz ediyor, ondan sonra, “Ben bunu hallederim” diyor. 19 Mart'tan bu yana, işin bütün renginin değiştiğini görüyorsun. Şöyle önemli bir husus var tabii: ‘’Sen sokağa çıkıyorsun, bağırıyorsun, çağırıyorsun, teslim olmuyorsun, direniyorsun, gerekirse polise de direniyorsun, ama o yine bildiğini okuyor’’ şeklinde giden, kısırdöngü gibi görünen bir şey var. Birisi bundan geri adım atacak, yoksa böyle hayatımız boyunca çarşambaları İstanbul ilçelerinde miting, hafta sonu bir ilde miting ve 100’üncüsü olan İBB şafak baskını mı yaşayacağız? Ne olacak?
Kemal Can: Bence iki tane önemli nokta var. Bu senin kısırdöngü dediğin şey, aslında yıllardır süren bir döngü. Bunu 2015'e kadar götürürsen, bu, artık insanları ikna etmek, seçmen tabanını genişletmek, karşıdakilerden oy almaya çalışmak gibi çabaları bıraktığı, tamamen gücünü göstermek ve iktidarını bu güç üzerine inşa etmeye yönelmiş olan bu iktidarın, yapabildiklerini yapıp, bunun karşısında olan direnci mümkün olduğunca kırabildiği bir kısır döngü. Bunu senelerdir yaşıyoruz. Şimdi senin söylediğin gibi kısırdöngü aslında devam ediyor. Çünkü iktidarın stratejisi değişmiş değil; yine aynı adımları atıyor. Değişen ne var? Bu kısırdöngünün içerisinde değişen parametre, bu sefer reaksiyon veriliyor. Ama burada anahtar bir durum var. O da korku hikâyesi. Herkesin kullanmayı çok sevdiği bir şey var: “Korku eşiklerini aştık. Artık kimse korkmuyor, sokaklardan da korkmuyor. Sokak korkusunu da, iktidar korkusunu da aştık. Kimse artık korku duvarlarının arkasında saklanmıyor.” Tamam, güzel, bu bir veri. 19 Mart'tan itibaren, biraz kendiliğinden gelişen, biraz CHP'nin de o her zaman gelişen tepkileri yatıştırmaya çalışmak yerine, artık onunla uyumlanan politikası sayesinde bunu gördük. Ama iktidara ya da hukuka, demokrasiye, adalete ilişkin taleplere dönük eylemlerin, protestoların ortaya çıkmasının yaratması gereken sonuç, orada kendini ifade edenlerin korkusuzlaşması değil, tam tersine, tabir yerindeyse iktidarı korkutup, geri adım attırması. Çünkü insanların korkusuzlaşması için ya da cesaret gösterileri için yapılan eylemler değil bunlar. Yapılan şey, itirazın duyulması ve bu itirazın sonuç vermesi için. Bu anlamda bir karşılığı var.  Özgür Özel'in mitinglerde söylediği gibi, “Biz bu eylemler sayesinde bu darbeyi gerilettik, püskürttük.’’ Ama ‘’darbeyi sona erdirdik, darbe bitti” diyebilme noktasında değiliz. Çünkü senin söylediğin gibi kısırdöngü devam ediyor. Hatırlarsan, geçen haftalarda, iktidarın hem bu hamlelerden istediği sonucu alamadığını hem de kendi içinde bile tartışmalara neden olan bir sürece sürüklendiğini, üstelik ekonomiden gelen başka reaksiyonlarla da sıkıntıya girdiğini tartışıyorduk. Ama ikinci operasyonla birlikte neyi gördük? Hem operasyonu yapma ısrarını, ‘’yeni turplar’’ ısrarına devam ettiğini, ama onu da kesmeyip, devamında, Erdoğan çıkıp, “Daha kaç tane CHP adayı telef olacak bu yolda?” diyerek aslında stratejisindeki inadını gösterdi. Dolayısıyla senin söylediğin kısırdöngü devam ediyor. Kısırdöngü, taktik olarak belirli noktalarda geriletilmiş olsa bile, şu anda devam ediyor ve bu korku eşiğinin bu tarafta aşılmış olmasından başka bir sonuca ihtiyaç var. O sonuç da, bu etkiyi sürdürmek ve hakikaten iktidarı geriletmeye devam etmek. Çünkü iktidar ikinci operasyonuyla birlikte bize “Beni geriletemediler. Ben bu hatta devam edeceğim” ısrarını göstermeye çalışıyor.

Ruşen Çakır: Ama ikinci operasyonla beraber, rıza üretimine katkı olarak çıkan tek bir şey bile yok.
Kemal Can: Ben geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/04/25/turkiyenin-gundemi-hangisi-video/ da söyledim, tekrar edeyim. İktidarın, rıza üretmek gibi bir derdi ve niyeti olmadığı kanaatindeyim zaten.

Ruşen Çakır: O kadar da değil Kemal.
Kemal Can: Bence o kadar. Hele bu hikâyede. 19 Mart operasyonundan, birinci anından itibaren, yani operasyonların içeriğinin boş olması meselesinde, bu boşluğun, evet, belki operasyonun erkene çekilmesi, oradaki öncelik meseleleri gibi bir sürü nedenle ortaya çıkmış olduğunu düşünebiliriz. Ama ben zaten bu işte düğmeye basılırken, yeterince hazırlık var mı yok mu hesabının yapılmadığını, bunun da çok önemsenmediğini düşünüyorum. İkinci operasyonda da hatırla, gözaltına alınan, hatta tutuklananlarla ilgili iddialardan çok, yayınlanan, bant yapıştırma, jammer hikâyesi filan var. Sen biraz önce, AKP’li vekillere, muhalefete hangi konuda nasıl cevap verileceği ile ilgili gönderilen bilgi notunu okudun. Kendi taraftarlarına yönelttikleri şey zaten ‘’detaylar üzerinde durun, ortaya atılan iddiaların karşısında muhalefetin çaresiz kaldığını söyleyin. Kendi taraftarlarına, “Çok güçlü iddialar var, bu iddiaları anlatın, bu iddiaları ortaya koyun’’ değil, ‘’muhalefetin bu iddialar karşısında çaresiz kaldığını, böyle tuhaf polemiklere savrulmak zorunda kaldığını anlatın” diyorlar. Çünkü bu operasyonların stratejisi artık turpların büyüklüğü üzerine değil, belki turpların sayısı üzerine, niceliksel bir şey. O yüzden, senin mitingde konuştuklarında gördüğün ‘’yeni operasyonlar da olabilir’’ normalleşmesi, aslında iktidarın elini görme açısından doğru bir şey. Çünkü ‘’yeni operasyonlar yaparlar ve devamını getirirler’’ beklentisi, aslında burada yeni bir sürpriz beklenmiyor. Zaten 19 Mart'tan beri tartıştığımız şey, asıl olarak iktidarın ne yaptığı değil. İktidarın ne yapacağını üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Orada acaba başka bir şey yapmaya mecbur kalır mı?’’ tartışması oldu.
Ama şu anda Erdoğan'ın son hamlesi ve bu ‘’telef’’ çıkışından sonra onun asıl anlatmak istediği, “Ben başka bir şey yapmayacağım. Ben tam da bunu yapacağım ve bunun karşısında siz daha başka bir şey yapıp yapamayacağınıza bakın” mesajı. Ben orada iki tehlikeli şey görüyorum. Birincisi, ilk andan itibaren söylediğim gibi, “Bu darbeyi püskürttük,” meselesinin problemli olduğunu düşünüyorum. İkincisi, 19 Mart'tan itibaren, muhalefetin, özellikle Özgür Özel'in çok doğru davrandığını, muhalefetin artık o korku barajlarını aşarak meydanlarda ve sokaklarda kendini ifade ettiğini, anasının ak sütü gibi gayet helal olan demokratik protesto hakkını, sokaklar dâhil her yerde kullanmaya başladığını söylüyoruz. Bu fark herkes tarafından sanki yeni bir keşif gibi kabul ediliyor. Ama tuhaf biçimde, henüz cılız olsa bile, “Bu sertleşme aslında iyi bir şey mi?” tartışmalarının da açılmaya başlandığını, yavaş yavaş buna ilişkin verilerin ortaya atılmaya başlandığını görüyorum. Dolayısıyla şu anda muhalefetin önünde hem, “Darbeyi püskürttük, bitti” sözünün, hem de “Bu sert muhalefet güzel. Biz mesajı verdik, ama fazla uzatmamak lazım” fikrinin yeniden ısıtılmaya başlaması gibi problemlerin olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Açıkçası ben pek öyle bir şey görmedim. Çünkü mitingden sonra hem Özgür Özel’le hem de Özgür Çelik'le biraz sohbet etme imkânım oldu.
Kemal Can: Şu anda CHP'de öyle bir düşünce olduğunu sanmıyorum. Birtakım yorumcu ve gönüllü danışmanları kastediyorum.

Ruşen Çakır: Onlara bakarsan, oralarda neler neler var. Şimdi Mahfi Eğilmez’e göre, SWAP hariç net rezervler, 14 Mart-25 Nisan arasında 49 milyar düşmüş.
Kemal Can: Yuvarlak 50 milyar.

Ruşen Çakır: Evet. 50 milyar doları yaktılar ve bunun tek nedeni de bu 19 Mart Operasyonu. Tekrar faiz artırımına gittiler ve ekonomide daralma iyice hızlandı. Sonuç olarak böyle efektler de var. Ekonominin kötüye gideceğini ve bir şeye mecbur olacağını söylemiyorum. Şu husus önemli: Baştan beri hep bunları söylüyorum ama, 19 Mart operasyonuyla birlikte kadro anlamında çok ciddi darbe yemesine rağmen, dayanışma sandığı, boykot gibi, beni çok şaşırtan yaratıcı fikirlerle, iktidarı beklemediği yerlerden vurabilen bir CHP var. Çok önemli kadroları ilk operasyonda içeri girdi biliyorsun.
İkincisi, içerideki ekiple çok yoğun bir koordinasyon var ve Erdoğan bundan şikâyetçi: "Patronundan emir alıyor” diyor. Ama orada Ekrem İmamoğlu'nun sürekli gündeme neredeyse anlık müdahil olması önemli diye düşünüyorum. Mesela yarın Konya'da miting yapacak olması, 15 gün önce Yozgat mitingi gibi bir fikri düşünüp hayata geçirmesi ve altından başarıyla kalkması gibi olayların sürdürülmesinin ihtimali çok. Tabii bunun bir yorulma boyutu da var. Bu ‘’kısırdöngü’’ meselesini dışarıdan bakarak söylüyorum. Çünkü benim gördüğüm kadarıyla, birisi geri adım atacak. Ben hâlâ iktidarın geri adım atacağına inananlardanım. İktidar geri adım atmadan, muhalefetin, daha doğrusu CHP'nin geri adım atacağını düşünmüyorum.
Bir de orada çok ilginç bir şey var. Muhalefet diyoruz da, birtakım küçük sol partileri saymazsak, diğer muhalefet partileri olayın içerisinde çok fazla yok. Mesela hâlâ Ekrem İmamoğlu'nu ziyarete gitmemiş parti genel başkanları var. Onlar için çok kolay bir şey, hele milletvekili olanlar için. O sembolik bir duruş aslında. Ama gitmiyorlar, ondan imtina ediyorlar. Hâlâ birtakım partiler hesap yapıyorlar, ama bu aslında CHP'nin işine yarıyor. CHP artık öyle masa falan kurmadan bütün tepkiyi kendisine çekiyor. Ekrem İmamoğlu pes etmediği, frene basmadığı müddetçe, bu iş devam edecek. Eğer yeni buluşlar, yeni birtakım fikirler geliştirirlerse ki süreç içerisinde olabilir, şu anda imza meselesine biraz takmışlar, ama o bayağı ağır işliyor anladığım kadarıyla. O imzayı toplarlarsa, belli bir kıvama getirirlerse onun üzerinden bir şeyler yapacaklar. Özgür Çelik, "Hayatım mahkemelerde geçiyor” diyor. Nereye gidiyorlar? Vatan Emniyet’e, Çağlayan Adliye’ye, Silivri’ye. Normal parti faaliyetini de çok yapamıyorlar.
Ben açıkçası şu anda gücün hâlâ muhalefette olduğu fikrindeyim. İktidar en fazla yargıyı salıyor üzerlerine. Gidiyor grup konuşmasında üstü kapalı tehditler ediyor. Fakat burada çok çarpıcı bir şey var: Erdoğan’dan başka kimse konuşmuyor. Bazı troller de bundan şikâyet etmeye başladılar. Şimdi o milletvekillerine, ‘’şöyle yapın, böyle yapın diye mesaj yazmışlar ya sosyal medyada bile yok. Çıkıp İmamoğlu düşmanlığı yapan bakan yok. Erdoğan tek başına yapıyor, bir de birtakım insanlar yapıyor ve hatta onların bazıları, “Bu iş bize kaldı. Biraz el verin, defansa gelin” diyorlar. Girmiyorlar topa. Okuyor musun bilmiyorum ama Ankara’da Nuray Babacan Nefes gazetesinde bayağı yazıyor bunları. En son bir yazısını gördüm, tam ikna olmamışlar hâldeler, bir de önlerini kestiremiyorlar. Böyle bir durum var.
Kemal Can: Ben demin Erdoğan'ın ikna, rıza diye bir problemi yok dedim ya, Erdoğan bırak karşı tarafı ikna etmeyi, kendi tarafını ikna etmeyi bile bırakmış durumda. Aslında 19 Mart’ın hemen sonrasında, İmamoğlu ve Özgür Özel'in, meseleyi küçük bir dar grubun yaptığı bir iş olarak tarif etmesi bu yüzden önemliydi zaten. Çünkü bu, birinci aşamada, iktidar partilerinin tabanını, ama aynı zamanda onların kadro ve teşkilatlarını da bir tür dışarıya iten, bunu, yargıdaki, siyasetteki ya da medyadaki çok dar bir ekiple, o dar çıkar çevresinin yürüttüğü ve aslında siyaseten de kendilerine bela olan hem ekonomide hem siyasette hem toplumsal alanda ayağa dolanacak yanlış bir hamle olarak konumlamak önemliydi. Bu sürecin başladığı andan itibaren hep konuşuyoruz. Çünkü hemen yakın olan bir seçim konjonktürü yok ve erken seçimin aritmetik olarak gerçekleşebilmesinin koşulları olmadığı için, bu kaçınılmaz olarak biraz maratona, dayanıklılık yarışına dönüşmüş durumda. Bu dayanıklılık yarışında iktidar, yargı başta olmak üzere elindeki iktidar enstrümanlarını aktif ve etkili biçimde kullanıyor ve inadını ‘’Ben buradan dönmüyorum’’ diyerek, sürekli tazeliyor. O ilk anda ‘’acaba mı?’’ dedirtilen geri adımın, çok olmayacağına dair birtakım işaretler veriyor. Yapacaksa bile bu işaretleri veriyor.
Burada psikolojik avantajın hâlâ muhalefette olduğu, hamle yaparak durumu değiştirebilecek potansiyelin hâlâ muhalefet tarafında olduğu doğru. Fakat orada iki tane problem var. Birincisi, birtakım yaratıcı ve etkili sonuçlar alınmış bu eylem serilerinin, başarılı olduğu takdirde, aynısından bir tane daha, bir tane daha yapılmaya kalkılması. Mesela Yozgat çok önemli bir şeydi. Ama Yozgat'ın peşinden Başakşehir, onun peşinden Konya, o da olmadı bir tane daha ondan. Bu, bana iyi bir fikir gibi gelmiyor.  Bütün mitingleri iktidarın güçlü olduğu yerlerde yapmak yeknesaklık yaratıyor. Mesela dayanışma sandığı çok iyi bir sayısal sonuç vermişti. Ona güvenerek imza işi başlatıldı, ama imza işi o efekti yaratamadı. Şu anda hâlâ, bir gün içerisinde sandıklarda toplanan oy kadar imzaya ulaşılamamış durumda. “Bu başarılı oldu, bundan bir tane daha yaparsak aynı ritmi sürdürürüz” yaklaşımı riskli bir yaklaşım. Yaratıcılık ve politik olarak etkiyi büyütmeye çalışmak, aynısından on tane yaparak olmuyor. Biraz böyle bir tarafı var. Bu anlamda da yaratıcılık ihtiyacı gerektiriyor.
İkincisi, muhalefetin iktidarı sıkıştırma ya da sertleşme politikasını, söylemini, yeni unsurlarla geliştirmesi gerekiyor. Mesela İmamoğlu onlardan bir tanesinin işaretini Kanal İstanbul olarak vermişti. Kanal İstanbul'la ilgili bir tartışma başlatılabildi. Bir yandan, Murat Kurum ‘’Kanal İstanbul gündemimizde değil” dedi, ama Ulaştırma Bakanı, “Yapacağız” dedi. Anlaşılan burada verimli bir şey var. Bir yandan Katar'da görüşmeler yapılıyor, bir yandan para yok.

Ruşen Çakır: O en önemli gündemlerden birisi.
Kemal Can: Bu tam da köpürtülebilecek bir şey olarak, hâlâ yeterince işlenmemiş bir alan olarak duruyor ve ilk verilen reaksiyonlardan anlıyoruz ki, orada zayıf bir hâl var.

Ruşen Çakır: Orada önce Ekrem İmamoğlu Kanal İstanbul için referandum çağrısı yaptı. Sonra aynısını Özgür Özel yaptı ve sürekli bunu yapıyorlar. Zaten Başakşehir'in seçilme nedeni de güzergâhta olmasıydı, orada yakaladılar. Mesela Dezenformasyonla Mücadele Başkanlığı açıklama yaptı biliyorsun. Adam bakanın açıklamasını almış, düzeltiyor. Türkçe açıklama, hepimiz görüyoruz, bunun nesini düzeltiyorsun? Bir çeviri yanlışı desen değil. Bakan, “Gündemimizde, ama şu an değil’’ diyor. “Şu an bunu ortalığı karıştırmak için kullanıyorlar.” Ama ‘’biz yapmayacağız’’ demiyor. “Yapacağız, ama şu anda değil” diyor. Burada aslında dediği şu: Kanal İstanbul'u gündeme getireceksek, biz getiririz. Senin de dediğin gibi, muhalefet orada Kanal İstanbul'u ellerinden aldı. İktidar, Kanal İstanbul’u çok iyi bir kentsel dönüşüm ya da şu bu projesi olarak pazarlamaya hazırlanırken, muhalefet, önceden önleyici savaş yapıp, “Bunlar Kanal İstanbul’u getirecekler” deyip yüklendi. Onlar da bunun üzerine, “Hayır, yapmayacağız” da diyemiyorlar, “Evet yapacağız,” da diyemiyorlar. Ama bu sadece bir alan ve İstanbul'la ilgili bir alan.
Aslında olay şu: Ekrem İmamoğlu'nun alınması meselesi, Türkiye meselesi. Yani adamın cumhurbaşkanı adayı olmasının engellenmesi. Mesela, “Acaba Ekrem İmamoğlu'nun alınmasının esas amacı Kanal İstanbul muydu?” diyenler oldu. Cumhurbaşkanlığını değil de alanı daraltmaya çalışıyorlar. Öyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kanal İstanbul'u, Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanıyken de yine pazarlayabilirlerdi. İnsanlar böyle şeye çekti. Aslında olay büyük bir olay. Bu büyük olayın içerisinde Kanal İstanbul önemli bir başlık. Ama bunun dışında aslında birçok başlık var. Birazdan konuşacağız. Mesela çözüm süreci de var, ekonomi var, şimdi yavaş yavaş tekrar gündeme gelen parlamenter sisteme dönüş, yarı başkanlık meselesi var. Aslında bunların hepsi, iktidarın ortaya atmaya çalıştığı, gündemi dağıtmaya yönelik şeyler. Mesela Erdoğan tekrar 19 Mart'ın öncesine dönüp, CHP'yi karıştırmaya çalışıyor. Özgür Özel aday olacakmış, şu olacakmış, bu olacakmış, yine birbirlerine gireceklermiş. Hâlbuki öyle bir şey yok, aralarında, içlerinde bir sorun yok. Erdoğan tekrar oraya getirmeye ve gündemi şaşırtmaya çalışıyor. O anlamda il mitingleri bence çok anlamlı ve önemli. Konya, Yozgat, ama aynı zamanda Mersin. Muhtemelen İzmir'de, şurada burada da yapacaklar. Bakalım Güneydoğu'da Diyarbakır'da yapacaklar mı, yaparlarsa nasıl olacak? O, olayı Türkiye çapında tutma meselesi, ki imza kampanyası da öyle bir şey Onu öyle muhafaza edebilirlerse, tüm Türkiye'yi katacak bir şekilde yapabilirlerse, götürebilirler. Ama olayı İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve onun alanına giren olaylar olarak görme aşamasına gelirse, bu çok ciddi bir geri adım olur bence. 
Kemal Can: Evet, Kanal İstanbul önemli bir başlık. Demin benim kastettiğim, ekonomi gibi, belki dediğin gibi çözüm süreci ya da süreçle ilgili sıkışmasını, bazı dış politika meseleleri gibi başka başlıkları, başka ölçekleri de içine ekleyen ve sahiden o 19 Mart'ın reaksiyoner tepkisini, iktidarın yaptığına verilen tepkiyi, iktidarı değiştirme iradesine doğru ilerleten… Tabii ki bunun içerisine pozitif öneriler eklemek, birtakım vaatleri yerleştirmek de mümkün olabilir. Ama şu anda bence daha kuvvetli ihtiyaç, biraz kendiliğinden, biraz CHP’nin ve Özgür Özel'in uymasıyla kuvvetlenen bu itiraz potansiyelini, sönümlenmek şöyle dursun, kendisini daha çok alanda daha çok ifade eden ve herkesin kendisini ifade ettiği bir platforma taşımak. Mitingler de böyle bir şey, her türlü zemin de böyle bir şey. Buna hizmet eder biçimde işlediği zaman ya da yaratıcı şeylerle buna alanlar açıldığı zaman, etkisini şöyle görebiliriz. İnsanların korkmadan kendilerini ifade etmeye başlamaları değil, iktidarın, bu ifade edilen şeylerden korkmayan insanlardan çekinmeye başladığı ve “Şimdi ben aynı bildiğim yolda devam ederim” inadını sorgulamaya ya da zorlamaya başladığı zaman sonuç alınabilir. Bu çok önemli bir şey. Bu eşiğin bir dayanıklılık testi olduğunu ilk andan itibaren görmüştük. O ‘’telef’’ konuşmasında, “Zaten nefesi yetecek mi?” gibi bir laf var. Yani iktidarın stratejisi, hâlâ ‘’kim ne kadar dayanacak?’’ üzerine kurulu.
Dolayısıyla şu anda gösterilmesi gereken, potansiyelin devam ettiğini ve inat ne kadar sürerse, itiraz ısrarının da o kadar güçlü biçimde büyüyeceğini gösterecek eylem serileri, söylem üretmek olmalı. Bu ikinci dalga hamlesi bana, o dosya içeriğini doldurmak ya da turpları artırmaktan çok, biraz bu dengedeki psikolojik üstünlüğün iktidar açısından el değiştirmesi hamlesi gibi geliyor. Dolayısıyla, ona verilecek reaksiyonun da bence bir tazelenmeye ihtiyacı var.

Ruşen Çakır: Ama hatırlasana, Ergenekon dönemlerinde birtakım dalgalar olurdu. Her dalga acayip olurdu, gerileme değil, tırmandırırdı. Bazı dalgalar peş peşe giderdi. Tabii Fethullahçılar bu işin profesyoneli olduğu için, hazırlaya hazırlaya gidiyorlardı. Birincisinde ki Ekrem İmamoğlu da öyle “Dosya boş, doldurmaya çalışıyor” diyor. Şimdi üçüncüyü, dördüncüyü, onu onunla doldurmaya çalışacak.
Son olarak şu süreçten biraz bahsedelim. Sırrı hastaneye kaldırıldığından beri süreç hakkında çok fazla bir gelişme olmuyor. Grup başkan vekillerinin Adalet Bakanı’yla bir görüşmeleri oldu. Oradan birtakım somut şeyler çıkacağı söylenildi, ama hiçbir şey çıkmadı.
Kemal Can: Hatta Bakana göre, somut bir şey de çıkmayacak. En son, “Biz dinledik, zaten talep ve pazarlık yok” gibi bir açıklamayla kapattı.

Ruşen Çakır: ‘’Top Adalet Bakanlığı'nda’’ deyince, “Burada top oynamıyoruz” dedi. Kimse burnundan kıl aldırmamaya çalışıyor, ama bir şeylerin de yürümesi lazım. Nisan ortası, Nisan sonu derken, şimdi Mayıs başı. Hatta hatırlarsan Bahçeli, “4 Mayıs” demişti, “O kadar geç mi? demiştik. 4 Mayıs yarın değil, öbür gün. Mayıs ortası deniliyor, Haziran deniliyor. Irak Kürdistan bölgesinden tanıdığım yerel gazeteciler var, onlarla konuştum. “Oldu olacak gibi” dedim. Birisi bana, “O iş öyle kolay bir şey değil, çok beklentiye girmeyin” dedi. Bu, 15 gün önceki muhabbetimizdeydi. Adam haklı çıktı ve elimizde de hiçbir şey yok. Soracağımız edeceğimiz hiçbir yer yok, bekliyoruz. Belki de şöyle bir işaret olacak: Birileri Öcalan’ı ziyaret edecek. Öcalan bir yerde bir şey konuşacak ve ‘’ Herhalde Öcalan'ın koşulları iyileştiriliyor’’ diyeceğiz. Çünkü orada en önemli husus, Kandil'in talebi. ‘’Bizzat Öcalan kongreyi yönetsin’’ diyorlar. Onun yolu yordamı nasıl olur, o ayrı bir şey, ama İmralı'da bir şeylerin değişmesine bakacağız. Onda da pek bir ilerleme yok, ama bir yandan da istiyorlar, değil mi?
Kemal Can: Ben orada, Erdoğan'ın isteme iştahında hâlâ bir problem görüyorum. Çünkü bunun bölgede, bölgesel konjonktürün, hatta küresel konjonktürün içerisinde oturduğu bir yer var. Evet, Türkiye’deki siyaset dizaynının içerisinde de bir bağlama oturuyor, ama çok daha basit, pragmatik hesaplar içerisinde. Erdoğan tam olarak ‘’bundan benim ne menfaatim olacak?’’ meselesine ikna edici bir cevap alabilmiş değil. Benim hissetiğim o. Çünkü mesela şimdi Suriye'deki denklem de başkalaştı. HTŞ'nin Şam'ı aldığı günlerdeki iklim yok şu anda Suriye'de. Bambaşka bir iklim var.

Ruşen Çakır: Tabii. Bir de bir tarafta da Dürzîlerle olan çatışma var. İlginç birtakım gelişmeler de oluyor. Yakında Bağdat'ta bir Arap Zirvesi var, orada bir şeyler konuşulacak. Ama sonuçta şöyle bir şey yarattılar: Kongre belki de toplanacak. Biz de kongre toplandıktan iki gün sonra, ‘’kongre toplandı’’ diye bir fotoğraf göstereceğiz.
Kemal Can: Ama açıkçası, galiba Suriye'deki denkleme ve PYD, SGD'nin hem askeri, hem siyasi olarak edineceği statüye bağlı olarak, PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığı ya da oradaki silahların teslimi, bir aşamada zaten çok da hayati bir mesele olmaktan çıkabilir. Bir de öyle bir tarafı var. Türkiye o yüzden Kamışlı'da yapılan toplantıya bir reaksiyon verdi. Ama bence sonuçta asıl olarak hâlâ işin kilitlendiği nokta, Suriye'deki denklemin nasıl tamamlanacağı. ‘’Kimin bundan kısa vadede ne elde edeceği meselesi,  şu anda sürecin başındaki hâlinden daha canlı.

Ruşen Çakır: Evet. Noktayı koyalım. Sırrı Süreyya Önder'e tekrar iyi niyet dileklerimizi, dualarımızı gönderelim. Çok umut verici durumda olmadığını biliyoruz, ama yine de onun dirençli yönüne güveniyoruz. Bütün izleyicilerimize çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı